Türkçe’de

ÖTEKİ DÜNYADAN GERİYE DÖNÜŞ 1 (Τουρκικά, Turkish).

6 Ιουνίου 2009

ÖTEKİ DÜNYADAN GERİYE DÖNÜŞ 1 (Τουρκικά, Turkish).

Soul to heaven

Ben ateisttim. Allah’a çok kötü bir şekilde küfür ediyordum. Utanç ve fuhuş içerisinde yaşıyor ve dünyada manen ölü idim. Ancak merhametli Allah, benim kaybolmama izin vermedi ve beni, aşağıdaki harika şekildeki gibi tövbeye sevk etti.

1962’de kanser hastası olup 3 yıl boyunca hastaydım. Ancak ben dayanmaya devam ediyordum. Sağlığıma kavuşma ümidiyle hem çalışıyor ve hem de doktorlara koşup tedavi oluyordum. Son altı ayda o kadar zayıflamıştım ki… su bile içemiyordum. Biraz olsun su içer içmez o suyu kusuyordum. O vakit, beni hastaneye götürdüler. Çok faal olduğum için, Moskova’dan bir profesör çağırdılar ve beni ameliyat etmelerine karar verdiler.

Ancak, benim karnımı açar açmaz, ben hemen öldüm. Ruhum bedenden çıktı ve iki doktorun arasında duruyordu. Büyük bir korku ve dehşetle bedenimdeki hastalığımı seyrediyordum. Bütün midem ve bağırsaklarım kanserden tahrip olmuş bir durumdaydılar. Durup kendi kendime soruyordum, neden iki kişiyiz? Ruhun varlığından haberim bile yoktu. Ateistler bize, Allah ve ruhun olmadığını ve halkı olmayan bir şeyle korkutmak için bunlar, papazların buluşlarıdır diye öğretiyorlardı.

Bütün bağırsaklarımı dışarıya çıkarıp on iki parmak bağırsağını arıyorlardı. Ancak orada sadece irin vardı. Her şey tahrip olmuş bir durumdaydı. Sağlıklı hiçbir şey yoktu. Sonra da doktorlar dediler: «Bunun, yaşayacak bir şeyi de yok». Her şeyi büyük bir korku ve dehşetle seyrediyordum, ancak, gene de düşünüyordum: «Nasıl ve nereden beden ve ruh olarak iki kişiyiz? Nasıl olur da, aynı anda, hem ayakta hem de uzanmış bir durumda oluyorum»?

O zaman doktorlar apar topar bağırsaklarımı içeri koydular. Bedenimi cenaze odasına götürüp, yeni doktorların ders yapması için verilmesini söylediler. Ben de onların yanlarına gidiyordum. Ancak, hep düşünüp kendime soruyordum: «Nasıl ve nereden iki kişiyiz?» Orada beni, boğazıma kadar bir çarşafla örtülü bir durumda bıraktılar.

Sonra da, altı yaşında olan küçük oğlum Antruska ile kardeşimin geldiğini gördüm. Oğlum bedenime yaklaştı, başımdan öptü, ağlayarak da şunları söylemeğe başladı: «Anne, anne, niçin öldün? Ben daha küçüğüm, ben sensiz nasıl yaşayacağım? Babam yok. Sen de öldün!» O zaman ben onu kucakladım ve onu öptüm, fakat o hiçbir şey anlamadı. O beni ne gördü, ne de bana dikkat etti. O sadece benim ölü bedenime bakıyordu. Aynı anda, kardeşimin de ağladığını görüyordum.

Sonra da birden bire kendimi evde buldum. Orada, birinci evliliğimden olan kayın validemi, annemi ve kız kardeşimin geldiklerini gördüm. Birinci kocamı, Allah’a inandığı için onu terk etmiştim. O zaman benim eşyalarımın dağıtımı başladı. Ben, zengin ve lüks içerisinde yaşıyordum. Ancak, bütün mal varlığımı haksızlık ve fuhuştan kazanmıştım.

Kız kardeşim, benim eşyalarımdan en değerli olanlarını almağa başlamıştı, kayın validem ise, oğlum için de bir şeyler bırakmasını istiyordu. Fakat kız kardeşim hiçbir şey vermiyordu. Hem de kayın validemle alay ederek diyordu ki: «Bu çocuk senin oğlundan değil, sen de onun hiçbir şeyi değilsin». Onlar benim eşyalarım için kavga ederlerken bir de baktım ki etrafımızda şeytanlar sevinç içerisinde oynuyorlardı. Bunların tümünden sonra, dışarıya çıktılar ve kapıyı kapattılar. Kız kardeşim benim eşyalarımdan oluşan büyük bir bohça aldı.

Bunlar olup bittikten sonra, kendimi birden bire havada uçakla uçuyormuş gibi buldum. Birinin beni tuttuğunu ve giderek de daha yukarı yükseldiğimi hissediyorum. Şehrim olan Barnaul üzerinde kendimi buldum. Ancak, kısa bir süre sonra gözlerimden kayboldu ve ortalığı bir karanlık kapladı. Sonra da ışık gelmeğe başladı. Gelen ışık o kadar kuvvetliydi ki ona bakamıyordum bile. Beni, genişliği bir buçuk metre olan siyah bir levha üzerine koydular.

Çok kalın gövdeli ve pek güzel yapraklı ağaçlarla dolu bir yeşil otlu vadi  görüyordum. Bu ağaçların arasında evler de vardı ve hepsi de yeniydiler, fakat içlerinde kimlerin yaşadığını görmedim. Düşündüm, acaba nerede bulunuyorum? Eğer ben Dünya’nın üzerindeysem,  o zaman, niçin fabrikalar ve işletmeler yok, ne de başka binalar? Neden yollar yok? Niçin trafik yok? İnsanları olmayan ne biçim yer burası? Her şeye rağmen, acaba burada kimler yaşıyorlar?

Biraz ileride, kral giysileri giymiş uzun boylu yakışıklı bir bayan gördüm. Öyle ki, altında, ayak parmakları bile görünüyorlardı. O kadar hafif yürüyordu ki, ayaklarının altındaki ot bile eğilmiyordu. Onun yanında da bir delikanlı olup boyu da bayanın omuzlarına kadar vardı. Bu delikanlı, elleriyle yüzünü kapatarak ve acı-acı ağlayarak ona bir şey için yalvarıyordu, ancak ne sebepten olduğunu işitemiyordum. Onun oğlu olduğunu düşündüm ve içimden de şikâyet ederek dedim ki, acaba niçin ona acımıyor ve isteğini yerine getirmiyor diye. O ağlıyor ve dövünüyordu, ancak o bayan onun isteğini bir türlü yerine getirmiyordu.

(Not: Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu genç erkek, hikâyeyi anlatan o genç kadının koruyucu meleğiydi. Bir de, kutsal melekler, biz onları görmediğimiz halde, onlar bizi ne kadar koruduklarını gösteriyor.)

Onlar bana yaklaştıkları an, genç erkek o genç bayanın ayakları önüne düşerek o bayana feryatlar koparak yalvarmağa ve ondan bir şeyler istemeğe başladı. Bayan, o vakit ona cevap verdi, fakat ben onu anlayamadım. Onlar yanıma geldiklerinde, nerede bulunduğumu anlamam için bayana sormak istedim.

Fakat o anda, bayan ellerini kavuşturdu, gözlerini gökyüzüne dikti ve dedi: «Allah’ım, bu can, şu halde olduğu gibi nereye gidecek?» Ben titriyordum ve ancak henüz şimdi, öldüğümü anlamıştım. Ruhumun gökyüzünde olup bedenimin de dünyada kaldığını. O vakit ağlamağa ve feryatlar koparmağa başladım ve bir sesin bana şöyle dediğini duydum: «Babasının hayırları için onu dünyaya geri çevirin». Başka bir ses de cevap verdi: «O bayanın günahkâr ve bozuk ahlâklı hayatından bıktım. Onu yeryüzünden tövbesiz olarak silmek istiyordum, fakat babası bana onun için yalvardı. Ancak gitmeğe hak ettiği yeri kendisine gösteriniz».

devamı…

pdf-logo