Türkçe’de

ÖTEKİ DÜNYADAN GERİYE DÖNÜŞ 2 (Τουρκικά, Turkish)

9 Ιουνίου 2009

ÖTEKİ DÜNYADAN GERİYE DÖNÜŞ 2 (Τουρκικά, Turkish)

Soul to heaven

Hemen o zaman, hiçbir şey anlamadan kendimi cehennemde buldum. Orada bana doğru ateşte kızmış gibi uzun dilli yılanlar ki onlar ateş ve başka tiksindirici pislikler püskürtüyorlardı. Dayanılamayacak bir pis koku mevcuttu. Bu yılanlar benim etrafıma sarıldılar. Aynı anda, ansızın parmak kalınlığında, kuyruk uçları iğne ve küçük çengel biçiminde olan solucanlar da belirdiler. Bunlar, bütün açık yerlerimden içeriye, kulaklarımdan, gözlerimden, burnumdan vb. içeri giriyor ve böylece bana işkence ediyorlarken ben de kuvvetli bir sesle bağırıyordum. Ancak orada, hiçbir yerden ne yardım… geliyordu ne de merhamet vardı.
Orada, çocuk aldırma yüzünden ölmüş olan bir kadını da gördüm. Görünür görünmez, Allah’tan merhamet dilemeğe başladı. Fakat Allah ona şöyle cevap verdi: «Sen dünyada olduğun müddetçe beni tanımıyordun. Çocuklarını karnında öldürüyordun. Üstüne de insanlara şöyle diyordun: “Çocuk doğurmamanız gerek. Çocuklar fazladırlar”. Ancak onlar benim için fazla değildirler. Bende, herkes için yeterince ve her şey var».
Allah bana da dedi ki: «Ben sana, tövbe etmen için hastalığı verdim. Fakat, sen ömrünün sonuna kadar bana küfür ediyordun. Beni tanımıyordun. Bu sebepten dolayı ben de seni tanımıyorum. Dünyada Allah’sız  yaşadığın gibi burada da öyle yaşayacaksın».
Bunlardan sonra her şey ansızın değişti. Pislik ve şiddetli feryat kayboldu. Uçtuğumu hissettim ve alay ettiğim kilisemi gördüm. Kapı açıldı ve içeriden beyazlar giymiş olan papaz çıktı. Başı eğik bir durumda duruyordu ve bir ses bana sordu: «Bu kimdir»? Ben de cevap verdim: «Bizim papazımız». O ses de devam etti: «Sen onun haram yiyici olduğunu söylüyordun. Ancak o, gerçek bir ruhanî liderdir, çünkü o maaşlı biri değildir. Rütbe bakımından küçük olduğunu bildiği halde, sıradan bir papaz, fakat o bana hizmet ediyor. Daha şunu da bil, bu kişi, günah çıkarma duasını sana okumazsa, ben seni affetmeyeceğim».
O zaman yalvarmağa başladım. «Allah’ım, beni dünyaya geri gönder, küçük bir oğlum var». Allah da cevap verdi: «Küçük bir oğlunun olduğunu biliyorum ve onun için de yazıktır». Ben de «yazıktır» dedim. O da devam etti: «Ben sizin hepinize acıyorum, hem de üç defa. Hepinizi bekliyorum, günahkâr rüyanızdan ne vakit uyanacaksınız, tövbe ediniz ve kendinize geliniz».
Bu arada yine Tanrı’nın annesi zuhur etti, ki ben ona «kadın» diye hitap ediyordum. Cesaret alıp kendisine sormak istedim: «Burada sizde Cennet var mı?» Cevap yerine, yine kendimi Cehennem’de buldum. Bu defa, önceki seferden daha kötüydü.
Etrafıma şeytanlar koşarak geldiler ve ellerinde de günahlarımın listelerini tutarak bağırıyorlardı: «Sen dünyada olduğun zamanda bize hizmet ettin». Günahlarımı okumağa başladım. Bütün işlerim büyük harflerle yazılı olup büyük bir dehşet hissettim. Ağızlarından ateş çıkarıyorlardı. Şeytanlar benim başıma vuruyorlardı. Üzerime ateş kıvılcımları düşüp yapışıyor ve beni yakıyorlardı.
Etrafımda birçok insanların ağlayışlarıyla feryatları işitiliyordu. Ateş kızgınlaştığında, etrafımda olan her şeyi görüyordum. Ruhların görünümü korkunçtu. Sakatlanmış bir durumda olup boyunları da uzatılmış ve gözleri şişmişti. Bana diyorlardı: «Sen bizimle yaşamak zorundasın. Senin gibi biz de dünyada olduğumuzda, Allah’ı tanımıyorduk. Ona küfür ediyor ve her çeşit kötülüğü yapıyorduk. Fuhuş, kibir vb. ve hiç de tövbe etmedik. Günah işleyip de pişmanlık gösterenler, kiliseye gidenler, ibadet edenler, fakirlere sadaka verenler ve zorda olup ihtiyacı olanlara yardım edenler, onlar orada yukarıdadırlar». Ben bu sözlerden çok korktum. Bana sanki burada Cehennem’de bütün bir ömür boyu kalmışım gibi geliyor ve onlar da bana ebedi olarak onlarla yaşayacağımı söylüyorlar.

Bunlardan sonra yine Tanrı’nın annesi göründü ve her yere ışık yayıldı. Şeytanlar kaçmağa başladılar. Cehennem’de azap gören ruhlar da merhamet için şöyle bağırmağa başladılar: «Gökyüzü Kraliçesi, bizi burada bırakma». Veya bağırıyorlardı: «Tanrı’nın annesi, yanıyoruz ve tek damla su bile yok».
O, ağlıyordu! Ağlayışları içerisinde şunları söylüyordu: «Siz dünyada yaşadığınız müddetçe, beni tanımıyordunuz. Allah’ınız ve Oğlum’a yaptığınız günahlara pişmanlık da duymuyordunuz. Ben de şimdi size yardım edemiyorum. Oğlum’un kararına karşı gidemem. Ancak kutsal Kilise’nin kendilerine dua ettiği insanlara ve akrabaların dua edip yalvardıkları insanlara yardım ediyorum». Bundan sonra, biz yükselmeğe başladık. Oysa, alttan hüngür hüngür sesleri bize kadar ulaşıyorlardı: «Tanrı’nın annesi, bizi bırakma».
Etrafım karanlık olduğu halde, yeniden aynı levha üzerinde kendimi buldum. Meryem ana yine ellerini kavuşturdu, gözlerini gökyüzüne doğru kaldırdı ve şöyle dua etmeğe başladı: «Bununla ne yapayım? Bunu nereye koyayım»?  O vakit bir ses cevap verdi: «Onu saçlarından tutup dünyaya bırakınız». Meryem ana da sakin bir durumda, yarı açık bir kapıdan kaçtı. Öyle ki onun arkasında hiçbir şeyi görmüyordum.
Sonra, tekerlekleri olmayan on iki atlı arabası göründü. Yavaş hareket ediyor ve ben de onları takip ediyordum. Tanrı’nın annesi, on ikinci arabanın dibi yoktur dedi. Ona oturmağa korkuyordum, fakat O, beni bundan itti ve kendimi dünyanın üstünde buldum.
Bunlardan sonra kendime geldim ve artık bilinçli olarak duruyor ve bakıyordum. Saat, öğle bir buçuktu. Gökyüzünde gördüğüm ışıktan sonra, dünya üzerinde olan her şey bana çirkin görünüyordu. Dünyanın üzerinde olmam benim hoşuma gitmiyordu, ancak ne yapayım? Kendi kendime canıma dedim: «Şimdi bedene git»!
O vakit kendimi hastanede buldum ve naaşların muhafaza edildikleri buzdolabına gittim. Buzdolabı kapalıydı, ancak hiç engelle karşılaşmadan içeri girdim ve orada benim cansız bedenimi gördüm. Başım hafiften yan tarafa bakıyordu. Belim ise, buzdolabındaki diğer ölü cesetlerin baskıları altındaydı.
Ruhum cesede girer girmez, hemen şiddetli bir soğukluk hissettim. Basınç altında bulunan belimi bir bakıma rahatlattım, katlandım ve ellerimle dizlerimi sıktım. O anda buzdolabının kapısını açtılar ve içeriye bir ölüyü koydular. Işığı yaktıkları vakit, benim toplanmış eğilmiş bir halde olduğumu gördüler, oysa genelde, bütün ölüleri sırt üstü koyuyorlar.
Hastabakıcılar beni böyle görünce korktular ve korkularından dağıldılar. Biraz sonra yanlarında iki doktorla geri döndüler ve derhal beni dışarıya çıkarıp elektrik lambalarıyla aklımın ısıtılmasını emrettiler. Bedenimde, yeni doktorlardan, deney ve öğrenmeleri için sekiz tane açma vardı. İki saatlik başımın ısıtılmasından sonra gözlerimi açtım. On iki gün sonra da konuştum. Sabah, bana yemem için tereyağlı pişi getirdiler, fakat oruç günleri olduğu için, yemek istemediğimi kendilerine söyledim. Hastabakıcılar kaçtılar, fakat hastanede herkes bana dikkat etmeğe başladı. Doktorlar gelip bana, niçin yemek istemediğimi sordular.
Ben de kendilerine dedim: «Ruhumun ne gördüğünü size anlatmam için oturunuz. Oruç günlerinde oruç tutmayan kişi, pis ve tiksindirici şeyler yiyecektir. Onun için de ben bugün yemeyeceğim ve bütün oruç günlerinde orucumu bozmayacağım». Doktorlar, şaşkınlıklarından bir kırmızılaşıyorlar, bir sararıyorlar ve hastalar da beni dikkatli dinliyorlardı.
Sonra, birçok doktorlar toplandılar. Ben de kendilerine, artık hiçbir şeyim ağrımadığını kendilerine söyledim. O vakit birçok insan bana gelmeğe başladı ve ben de kendilerine, canımın gördüğü şeyi anlatıyordum. Ancak, polisler halkı kovmaya başladı ve beni de başka bir hastaneye götürdüler. Orada tamamen iyileştim ve doktorlara, tıp öğrencilerinin üzerimde yaptıkları açmaları, mümkün olduğunca daha çabuk bir zamanda kapatmaları ricasında bulundum.

devamı…


pdf-logo